Dikmen Lisesi Forum Yönetici
Mesaj Sayısı : 89 Yaş : 54 Yaşadığınız Şehir : 06 Ankara İşiniz : İnternet Editörlüğü Hobiniz : İnternet, şiir, sinema, surf Kayıt tarihi : 01/12/07
| Konu: Osmanlı'lar da resim ve nakış 2007-12-05, 23:06 | |
| Resim ve Nakış XV. yüzyıl ortaları ile XVI. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlılarda katta, nakkaş, musavvir, tarrah ve ressam gibi güzel sanat erbabı da yetişmiştir. Osmanlı devletinde bu san'atların nasıl başladığını bilinmiyor; bununla beraber Selçuklu memleketlerine sahip olan Osmanlıların Konya'da eski devirlerden kalma resim ve nakışlardan istifade ettiklerine şüphe yoktur; bununla beraber musavvirlik ve nakkaşlığın Osmanlılara girmesinin herhalde XV. yüzyılın ilk yarısı içinde olduğunu kuvvetle tahmin edebiliriz; nitekim Bursa'da Yeşilcami denilen Çelebi Mehmed Camii'nin nakkaşı Bursalı Ali Bin İlyas bu söylediğimiz zamanın ustadlarındandır. Üstad Ali, küçük yaşta iken Semerkand'a g*türülüp nakış sanatını orada öğrenmiş ve sonra memleketine dönerek Yeşilcami'in nakışlarını yapmıştır. Daha sonra II Sultan Murat zamanında Bursalı Nakkaş Safî isminde bir üstadı tanımaktayız. XV. asrın ikinci yarısında yani 880 H. 1475 M. de Bursa'da vefat eden Hoca Yusuf bin Hoca Ferruh da nakkaştı.
Tebriz ve Orta Asya'da ehemmiyetli surette yayılan eden musavvirlik ve nakkaşlık XV. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı'ya girmiş ve XVI. yüzyılın sonlarında epey rağbet bulmuştur. XV. yüzyıl ortalarında II. Sultan Mehmet'in hassa musavviri yani saray ressamlarından Sinan Bey isminde bir zatı tanımaktayız; bu, Venedik'te yetişmiş olup Mastori Pavli Daragoza (Matteo Pasti) adında bir ressamın talebelerindendir; Sinan Bey Bursa'da vefat etmiş ve Şiblîzâde Ahmed Çelebi'yi yetiştirmiştir; Şiblîzâde eski tabir ile şebihnüvis'likte yani insan resmi yapmakta (portraitiste) pek mahir imiş '. Onbeşinci yüzyıl nakkaşlarından Hasan ve Fazlullah isimlerinde iki kişi daha biliyoruz.
Osmanlı hükümdarları Doğu'dan getirttikleri musavvir ve nakkaşlardan başka Venedik'ten de ressam getirtmişlerdir; meselâ İtalya'da Veronalı Matteo Pasti ve Ferraralı Konstaniço ve bunlardan başka resmen Venedik cumhuriyetinden vaki talep üzerine 1479 Ekim ayı başlarında (884 H.) İstanbul'a gelen Jantil Bellini bunlardandır. Bellini, bir Türk kadını ile bir solak yeniçeri ve biri madalyon ve diğeri yağlı boya olarak Fatih'in iki resmini ve bir de Topkapı Sarayı odalarının duvar nakışlarıyla şehrin manzarasını yapmıştır; Fatih'in yağlı boya resmi Londra müzesindedir.
II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim zamanlarında meşhur Mikelanj'ın iki defa İstanbul'a davet edildiği halde gelmediği malûmdur; Viyana İmparatorluk Kütüphanesi eski müdürü Karabaçek'in eserinde Bayezid'in Mikelanj'ı İstanbul ile Galata arasında köprü yaptırmak için davet ettiği yazılıdır.
Yavuz Sultan Selim, İran seferinden dönerken Şah Mehmed, Abdülgani, Derviş Bey isimlerinde üç musavvir yani portretist ve Semihan, Alaaddin Mehmed, Mansur Bey, Şeyh Kâmil, Ali Bey Abdülhalik ile daha altı nakkaşı beraberinde İstanbul'a getirmiştir. Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran harbini tasvir eden ve mozaikle yapılmış olan bir tablonun saray köşklerinden birisinin kapısının üzerinde gördüğünü Nemçe elçisi Busbek beyan etmektedir.
Halkondil zeylindeki bir kayda da inanmak lâzım gelirse Yavuz iyi bir ressam imiş; yağlı boya olarak Şah İsmail ile vukua gelen Çaldıran muharebesini yaparak Venedik cumhuriyetine göndermiş; ve bu resim Müverrih zamanında Venedik meclisi salonunda asılı imiş.
XVI. yüzyılın ilk yarısı içinde (932 H. 1525 M.) devlet hazinesinden para alan nakkaşlar 29 ve öğrencileri de 12 kişi idi. Bunların bir kısmı İstanbul'da yetişmiş ve bir kısmı da Azerbaycan'dan gelmişlerdi; Azerbaycan'dan gelmiş olanlar Fatih Sultan Mehmet, Bayezid, Selim bunlardan her birinin ismi, maaşı, nereden geldiği ve nerede yetiştikleri Topkapı sarayı kütüphanesindeki sanatkâran defterinde gösterilmiş ve oradan naklen merhum Muallim Cevdet tarafından neşredilmiştir.
Bu üstatlardan Amasya valisi Şehzade Ahmed'in yanında bulunmuş olan 22 akçe yevmiyeli ressam Şahkulu, 24 akçeli Tebrizli Melek Ahmed ve 20 akçe yevmiyeli Hasan bin Mehmed ve 21 akçe yevmiyeli ressam Hasan bin Abdülcelil vardır.
Bunlardan musavvir ve nakkaş Şahkulu, Yavuz Sultan Selim zamanında İstanbul'a getirilerek evvelâ 22 akçe ile hassa nakışhânesine alınmış ve daha sonra başnakkaş olmuştur. Şahkulu, resim ve nakışta meşhur Behzad'ın mensup olduğu Herat kolunu temsil etmiştir. İstanbul'da çok talebe yetiştirmiştir; Şahkulu mektebi, Cemâat-i Acem nakkaşları adıyla İran sanatını temsil etmiş olup buna karşı yine XVI. yüzyılda Türk zevk ve san'atını gösteren Cemâat-ı Rûm nakkaşları vardı. Şahkulu'nun Penahî mahlasıyla şiirleri olduğunu musavvirlik ve nakkaşlıkta fevkalâde mahareti bulunduğunu Âşık Çelebi yazmaktadır.
Tezhib sanatında da üstad olan Şahkulu'nun en kıymetli öğrencisi müzehhib Kara Mehmed olup bunun Yıldız kütüphanesinde bulunan Kanunî Sultan Süleyman Divanındaki tezhibi en nefis eserlerindendi. Bunlardan başka Mısır seferi esnasında Yavuz Sultan Selim'in Halep'ten İstanbul'a gönderdiği Taceddin Kürebend ve Hüseyn-i Bâlî ile Kanunî'nin ilk zamanlarında İstanbul'a gelen musavvir Kinci Mahmud ve hem musavvir ve hem müzehhib olan Mısırlı Hasan ve talebelerinden üstad İbrahim ve Galatalı Mehmed ve Hüner-nâme'nin resimlerini yapan Üstad Osman ve kayın biraderi musavvir Ali ve Hasan Kefeli ve adı Mustafa olan şair Sâî ile müneccim ve muvakkit ve aynı zamanda nakkaş olan Ahmed-i Nakşî XVI. yüzyıl musavvir ve nakkaşlarındandırlar.
Bunlardan başka yine aynı asırda yetişmiş olan Türk nakkaş ve ressamları arasında Manisalı hattat ve şair Camiî ile meşhur Galatalı Nakkaş Haydar'ı da zikretmek lâzımdır. Bugün eserini gördüğümüz ve şiirde Nigârî mahlasli olan Haydar Çelebi, hem şiir ve hem de resimde maharet sahibi idi; 980 H. 1572 M. de vefat eden Nigârî Haydar hassa gemilerinde yani Osmanlı donanmasında reislik (kadırga kaptanlığı) etmiş ve musahibi olduğu II. Sultan Selim ile Barbaros Hayreddin Paşa'nın resimlerini yapmıştır. Barbaros'un resmi Türk Tarih, Arkeoloji ve Etnografya dergisi'nin 3. numarasında basılmıştır. Nigârî'nin Londra müzesinde 2 minyatürü olduğunu F. R. Martin ve ondan naklen merhum Halil Ethem Bey, Elvah'ı Nakşiye kolleksiyonu isimli eserinde yazmaktadır. Ressam ve şair Nigârî'nin ilk zamanlarda Tophane'deki evi ve sonra Eyüp tarafındaki köşkü âlim, edib, şair ve sanatkârların buluşma yeri idi. Profesör Dr. Süheyl Ünver tarafından Ressam Nigâri - hayatı ve eserleri hakkında 1946 tarihinde bir eser yayınlanmıştır. 979 H. 1571 M. de vefat eden ve Topkapı Sarayı'nın kapısıyla divanhanesinin nakışlarını yapan ve Baba Nakkaş diye şöhret bulan Şeyh Mustafa'nın adına Çatalca'ya yakın Baba Nakkaş adında bir köy vardır.
Nakışlar, cami, mescit, saray ve konakların ve evlerin duvarlarına, pencere kenarlarına tavanlara ve göze hoş gelecek yerlere yapılır ve binanın aydınlık veya loş oluşuna göre nakşedilirdi; nakışlarda lâle, karanfil ve nar çiçeği esastı.
XVI. ve XVII. Yüzyılda Nakkaşlar On altıncı yüzyılın son yarısıyla on yedinci asırda gerek saray ve gerek saray harici nakkaş ve ressamlar vardı. Nakkaşbaşı kârhanesi denilen mirî yani hükümet nakışhanesi Sultan Ahmet'te Arslanhane'nin üstündeki kârgir hücrelerde olup nakkaşlar da burada bulunurlardı; saray nakkaşları epey kalabalıktı.
On altıncı yüzyıl sonlarında (1004 H.-1596 M.) vefat eden nakkaş şâir Mustafa Sâî Çelebi, Mimar Sinan'ın vefakâr arkadaşı idi. Sâî'nin Riyazi ve Rıza tezkerelerinde bazı manzumeleri görülmektedir; Mimar Sinan'ın tercüme-i haliyle eserlerini havi Tezkiretü'l-bünyan ismiyle matbu eser nakkaş Sâi'nindir. Silivrikapı mezarlığında medfun olan Sâî'nin İstanbul'da yapılmış olan bir hayli binada manzum tarihleri vardır.
Hassa veya mirî nakkaşların bir sınıfı vezir, beylerbeyi, sancakbeyi, zeamet ve tımar sahiplerinin beratlarını nakışlarla tezyin ederlerdi; büyük berat veya menşurları nakkaşbaşı ve küçük dirlik yani zeamet ve tımar beratlarını maiyyetindeki diğer hassa nakkaşlarının tezyin eylemeleri kanundu.
Bu mirî nakkaşlardan başka serbest olarak nakış yapan nakkaşlar da vardı.
XVIII. Yüzyılda Nakkaşlık Nakış, resimle beraber yürümüştür. Nakkaşlar da, diğer sanat erbabı gibi, hassa ve serbest olarak iki kısımdı. XVIII. asır ortalarında, yani 1171 H. - 1757 M. tarihinde, hassa nakkaşı yedi kadar olup aynı asır sonlarında 1205 H. - 1790 M. de sekizdi.
Osmanlı nakkaşlarının en güzel eserleri bazı mescidlerde, konakların salonlarında görülmektedir. Odanın vaziyetine göre tavanların nakışları gayet sanatkârane yapılmış olup, bugün bunların adedi pek azalmıştır. Tavan nakşında en ehemmiyetli şey tavanın göbek denilen orta kısmının nakşıdır. Tavanın diğer kısımları ise mozayik tarzındaki geometrik veya bitkisel şekiller ve tavan köşelerindeki sanatkârane işlemelerle süslenirdi. Anadolu hisarındaki Amcazade yalısı, XVIII. asra ait tavan nakşını gösteren en güzel nakış sanatı eseri olarak kalabilmiştir. Tavan tezyinatı yapıldıktan sonra bu tavan bir merasimle yerine konulur ve buna Tavan kaldırma denilirdi.
XVI. ve XVII. Yüzyılda Ressamlar On altıncı asrın ikinci yarısından itibaren epeyce gelişmekte olan resim sanatı şarkın minyatür yolundan tamamen ayrılmamakla beraber Osmanlı zevkine mahsus bir ekol halinde gelişmeye başlamış ve bilhassa on yedinci asırda oldukça gelişmiştir.
Osmanlı resimleri garptaki büyük tablolar halinde yapılmadığından ufak kıtada kitap resimleri minyatür zevkine uygun dekoratif mahiyette kendini göstermiştir. Evliya Çelebi on yedinci asırdaki resim yapan sanatkârların dükkânlarından (atölyelerinden) bahsetmektedir. Bunlardan dört dükkânda resim yapan nakkaşların adedi kırk kadardı.
On yedinci asırda Miskalî mahlaslı tarih sahibi Üsküplü Solakzâde Hemdemî ile Tiryaki Osman Çelebi, kale ve muharebe resimleri yapmakta mahir imişler. Yine resim yapan nakkaşlardan Parmakkapı'daki Taşbaz Pehlivan Ali, pâdişâhların, serdar ve vezirlerin Revan ve Bağdad cenklerini yapmakta üstad imiş.
Topkapı Sarayı'ndaki Seyyid Lokman'ın meşhur Hüner-namesinin resimlerini Osman adında üstad bir ressam yapmıştır. Bunun yukarda adı geçen Tiryaki Osman Çelebi mi yoksa başka bir Osman Çelebi mi olduğu tetkike muhtaçtır; Ali'nin Surradme'sindeki resimler de güzeldir.
On yedinci asır başındaki nakkaş ve ressamlardan olup Enderunda yetişerek daha sonra yeniçeri ağası, beylerbeyi ve vezir olan nakkaş Hasan Paşa'nın (vefatı 1032 H.-1622 M.) Birinci Ahmed'in tuğrasını havi güzel eseri Topkapı Sarayı'nın yazı salonunda görülmektedir.
Yine bu asrın üstad ressamlarından ve Mevleviye tarikatı mensuplarından Esedî veya Aşarî ile arkadaşlarından Solakzâde Miskalî Bihzad'ın (vefatı 1063 H. - 1653 M. ) hayvan resmi, muharebe ve portrede maharetleri olduğu görülüyor. Ressam Bihzad Galata Mevlevihanesi'nin hatiresinde medfundur. Bunlardan Aşarî pek çok arslan resmi yaptığı için Esedî mahlasını kullanmıştır. On yedinci asır sonuylae on sekizinci asır başlarında yaşamış olan şair, musikişinas mevlevi Fennî Mehmed Dede (vefatı 1127 H.-1708 M.) de fresk ve portre kompozisyonda mahir idi.
Resimde Fenni Mehmed Dede yetiştirmelerinden ve Mevlevilerden şair, hattat Dukakinzâdelerden Fasih Ahmed de ressam olup yapmış olduğu bir kalyon resmi İbnü'l-Emin Mahmud Kemal İnal'ın kütüphanelerinde bulunmakta olup fotoğrafı, Konya Halkevi tarafından neşredilmiş olan Mevlâna'nın ressamları isimli eserde (s.42) vardır. Fasih Ahmed de üstadı Fenni gibi fresk resimleri, portre ve alagorik mevzularda eserler vücuda getirmiştir.
On altıncı asrın ikinci yarısıyla on yedinci asırda yetişmiş olan ressamlardan en meşhuru Nakşi (vefat tarihi malûm değil) ismindeki ressam olup insan resimleri yapmakta mahareti vardı. Bundan başka Birinci Ahmed'in fala bakması için yazılan falnamenin resimlerini yapmış olan Kalender ile Dördüncü Mehmed zamanında Edirne'de yaşamış olan ressam Âbi'yi biliyoruz. Bu ressamlardan başka eserleri olup isimlerini bilmediğimiz ressamlar da vardır.
Dördüncü Mehmet'in resme merakı dolayısıyla Osmanlı sarayında Fajiyo adında bir yabancı ressam da görülmektedir.
Mezar Taşlarındaki Resim Tezyinatı İslâmiyetin ilk devirlerindeki zarurî olan yasaklanmasının sonraları bertaraf olmasına rağmen, hakikati bilmeyen bir zümrenin hâlâ resmi yasak saymaları, bu güzel sanatın İslâm âleminde gelişmesine mâni olmuş ve buna mukabil yazı sanatı yani hattatlık muhtelif şekillerde meydana çıkmıştır. Osmanlı Türkleri resme mukabil yazıda emsalsiz ve taklidi kabil olmayan şaheserler vücuda getirmişlerdir. Bununla beraber, bediî sanatlardan olan resme karşı olan alâka dolayısıyla XVI. asırdan itibaren mezar taşlarında başta kavukları havi muhtelif şekiller görülmüştür. Mezar taşlarının imal tarzı asırdan asra kemale doğru giderek XIX. asrın ilk yarısında en olgun şeklini almıştır.
Osmanlı mezarlarını, türbelerini, taşların kavuklarını, kadın mezarları tezyinatını, gelin kıyafetinin saç ve duvaklarına kadar pek ince yapılmış olan sanatkârane taş oymaları görüp hayran olmamak mümkin değildir. Bu mezar taşlarındaki yazıların bir kısmı meşhur hattatlarımızın olup, taşların yapılışı ressam kadar mahir senktraş denilen bir taçşı ustasının elinden çıkmıştır. Mezar taşları aynı zamanda Osmanlılarda pek çeşitli olan serpuş yani kavukların hangi sınıf tarafından giyildiklerini göstermeleri itibariyle de pek mühimdir. | |
|